Hem daha ayrıntılı bir incelemeyi de hak eder;
DADA
Dada akımı 6 Kasım 1916’da, Cabaret Voltaire adlı bir kafede toplanan Tristian Tzara, Jean Arp, Richard Hülsenberk, Hugo Ball, Marcel Janco ve Emy Hennigs’in tarafından oluşturulmuş. Dadanın babası Tristian Tzara’dır.
1916’lı Yıllarda..
20. yüzyılın başları fırtınalı bir değişim
dönemi. Birinci Dünya Savaşı ve Rus Devrimi insanların dünyayı algılayışlarını
kökten değiştirdi. Freud ve Einstein’in buluşları ve Makine çağının teknolojik
yenilikleri insanın farkındalığını kökten bir değişime uğrattı.
20. yüzyılın sanat akımları da bu yeni zihin
durumunu güçlü bir biçimde yansıtır. En etkili çağlarını 1910 ve 1913 civarında
yaşayan Kübizm ve Fütürizm gibi akımlar bilincin kendi yapısını irdelemek için geleneksel
resmin dingin yüzeyinin ötesine geçtiler. Ancak bana göre Kübizm ve Fütürizm
zihinsel araştırmayı fazlaca vurgular.
Modern ruhla ilgili araştırmaları yapabilmemiz için Dada’ya bakmamız
gerekir.
Belki
de Dada’dan bahsetmeden önce “Avangard” kavramına bakmak gerek;
Avangard sözcüğü, yürüyen askeri birliğin en önünde
giden, birliğe yol açan öncü grubu anlamında askeri bir terim olarak doğmuş ve
giderek bütün batı dillerine, kültür ve sanat yaşamına bir düşün ve yaşam tarzı
olarak girmiş. Hedefi mantıksızlığı, saçmalığı, paradoksu, çelişkiyi,
alışılmışın dışında, ahlak ve töre dışı olmayı bir temel kültür ve sanat
kategorisi yaparak, geleneksel duygu ve düşünce formlarına karşı çıkmak ve
başkaldırmaktır. Bu niteliği ile, müzikte, edebiyatta,ve plastik sanatlarda,
yenilikçi bir bakıma devrimci bir eylem olarak egemen olur.
Avangard anlayış bir sanat stili değil, o bir
kültür felsefesi. Sanatsal alanda Avangard, Rus formalistleri, Dadaizm ,
Sürrealizm, Fütürizm gibi akımlarda etkili olur. Ancak Avangard felsefesine en
yakın olan akımlar, Dadaizm ve Sürrealizm.
Dada sanatçıları savaşın acılarını yaşamışlardı.
Sanata ve Sanat Tarihi’ne güttükleri nefret aslında bu durumun bir yansımasıydı.
Sanatın güzel olduğunu düşünen toplum ve insanları öldüren toplum birbirinin
aynıydı. O halde sanata saygı duymanın bir mantığı yoktu. Ve yine o halde,
üzerinde uzun uğraşlar verilmiş ve fikirler üretilmiş eserler ile tesadüfen
oluşan eserler arasında bir fark yoktu.
Dadacılar
doğaçlamada çok ustaydılar. Beklenmedik durumlarda beklenmedik buluşlar ve
oluşturmalarla karşılaşanlar, alıştıkları dünyayı tersine döndürmüş görünüyor
ve neye uğradıklarını anlamıyorlardı. İstenilen de buydu. Sarsılmaz sanılan
değerleri, sahte otoriteleri, kokuşmuş kurumları gülünç düşürerek halkın gözünü
açmak ve halkı bilinçlendirmek. Dada yıkıcılığından ne dil ne sanat, hiçbir şey
kurtulamıyordu. Konuşma ve yazı dili, anatomi yaparcasına didik didik parçalara
bölünüyor, Schwitters’de gördüğümüz gibi, hecelerin yerleri değiştirilerek yeni
sözcükler üretiliyor, bunlarla ses ve söz kolajları yapılarak, şiir dilinin
duygusallığı, bürokrasi dilinin boş kalıpları, politik nutuklar, büyük sözler,
demagoji, olanca gülünçlüğüyle sergileniyordu. Her alanda olduğu gibi bir
anlaşma aracı olan dilde de kalıpları ve kalıpçılığı kırmak istiyordu Dada. Bu
kalıpların başında ‘deha’ ve ‘ üstün insan’ edebiyatının, insanı yüceltmek için
kullandığı aşınmış kavramlar geliyordu.
Dadaistlere göre Dada bir sanat akımı
değildi. Hatta Dadaizm sanat karşıtı bir kavramdı. Dada estetik kaygı taşımaz.
Dadaistler yaptıkları işlerin bir anlamı olmadığını, eğer bakanlar onlara bir
anlam yüklüyorsa, bunun onların bir problemi olduğunu söylerler.
Dadacılar kendilerini kültürel sabotajcılar
olarak görürler. Sanatın profesyonelleştirilmesinden nefret ederler. Ancak tek
başına sanatı reddetmezler, insan doğası kavramına hizmet eden bir sanatı
savunurlar.
Sanatçının yaratıcılığı üzerine söylenenler,
Marx Ernst’e göre bir masal, Kutsal kitapta anlatılan yaratma mitosunun hazin
kalıntısından başka bir şey değildi. Dada burjuva toplumunda kök salmış olan
değişmez kültür değerlerinin dokunulmaz değerlerini yıkmak istiyordu. Müzeleri
bir sanat tapınağı gibi gören, buradaki yapıtları tanrı vergisi olarak
seyredenleri sarsmak için çocuksu karalamalar ve yazılarla bunlar maskara
edilmeye çalışılıyordu. Ya da tam tersine günlük gereksinimler için
kullanılan ütü, telefon, oturak gibi eşyalar, çevresinden koparılıyor yeni bir
ad verilerek bunlara yeni bir anlam kazandırılıyor ve sanat yapıtı olarak
ortaya sürülüyordu. Dadalar, hazır eşya üzerinden yapılan bu oynamalarla ‘ready
made’ diye adlandırdıkları bir sanat türü geliştiriyorlardı.
1922’lerde Dada, gerçeküstücülüğün
başlamasıyla silikleşti. 1950’lerin ortalarında sanatçılar dadanın gizli
anlamlarını yeniden keşfetmeye başladı.
Eğer Dada'dan bahsediyorsak anmamız gereken isimlerden birisi kesinlikle Duchamp.

Etkisi yeraltından ilerleyen
Duchamp, 1950’lerde başat figür olarak
ortaya çıkmaya başladı. Onun hazır-yapım kavramı ve kitle kültürüyle
ilgilenmesi Amerikan duyarlılığına daha
uygundu ve pop-art’ın referans noktalarından birini oluşturdu.
Görsel sanatın “zanaat” çağrışımlarına
yönelik antipatisi ve bunun sonucunda sanat yapıtının en önemli parçası olarak
düşüncenin el becerisinin yerine geçmesi gerektiğine olan inancı, sanat
objeleri olarak “hazır-yapım” nesnelerini seçmesinde etkili oldu.
Bisiklet Tekerleği:

Bisiklet tekerleğinde Duchamp ironik da olsa heykele özgü bir terminoloji kullanır. Bu eser geleneksel heykelin ustaca yapılmış bir parodisi. Eser heykel ile kaide arasındaki hiyerarşik ayrılığına itiraz eder. Tabure de tekerlek kadar faydacı bir nesnedir ve bu nedenle yapıtın yapısal özellikleri arasında bir eşitlik var. Duchamp nesneleri sanatın hiyerarşisinden azad eder, aynı zamanda ironik bir şekilde yeniden estetize eder.
Bisiklet Tekerleği ile ortaya çıkan en
önemli meydan okuma, yaratıcılık düzeyindeydi. Bu eser sanatın doğası hakkında
temel bir soruyu gündeme getirir. Sanatın etimolojik olarak “yapmak” anlamına
geldiğini biliyoruz. Duchamp kendisini bu yükten kurtarmıştır.
Çeşme:

Duchamp ünlü Çeşme eserini “R. Mutt” adıyla imzalamıştır. İsim burada köpek, ahmak anlamına gelir.
Duchamp eseri sergilenmesi için komiteye
verdiğinde, üyelerden alınan sergileme parasına rağmen komite eseri reddetti.
Böylece olay bir Dada gösterisine dönüştü. Duchamp pisuarın sergiye kabul
edilmemesi üzerine şu açıklamayı yazdı:
“ Bu çeşmenin Bay Mutt’un
kendi elleriyle ya da bir başkası tarafından yapılmış olmasının hiçbir önemi
yok. Bunu O SEÇTİ. Hayatın sıradan bir
eşyasını aldı ve onu yeni bir adla ve bakış açısıyla, yararlı anlamının
kaybolduğu bu nesne için yeni bir düşüncenin yaratıldığı başka bir yere koydu.”
Duchamp'ın eserleri kadar etkili Dada felsefesini iyi ifade eden bir başka isim de Alman George Grosz.

Dadacılar insanlığın
kaderinin tam olarak makineleşmeye bağlı olduğu düşüncesiyle, insan-makine
melezleri, makine-biçimler geliştirdiler. Grosz da bu anlayışla etkileyici eserler üretmiş.
Yukarıdaki eser kült bir Dada resmi. “Daum Marries”.
Ressam burada yeni karısı Daum’u solda,
kendisini ise bir otomat olarak sağda resmeder. Bu resim bir burjuva kurumu
olan evliliğe saldırı bence. Grosz'a göre evlilik kadını kısman özgür bırakırken, ciddi,
bilgiçlik taslayan ve hesapçı görevlere göre rol üstlenen erkek olduğu için,
evlilik daima erkeği, kendisinin bir ögesine, çarklardan oluşan bir sistemin
küçük bir parçasına dönüştürür (neyse ki kadın hala “kültürdışı”
bir varlık ve böylece kısmen temiz).
Dadacılar mekanik estetiği, bireyciliği
baltalayan ve kolektivizmi destekleyen bir araç olarak gördüler ve onlar için
makine olumlu bir kavramdı. Hümanizmden uzak durdular.
Ünlü Dada manifestoları ve birbirinden etkili dada resimleri, heykelleri elbette daha ayrıntılı incelemeleri gerektiriyor.. O zaman yeniden bakmak, düşünmek ve paylaşmak üzere..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder