30 Nisan 2012 Pazartesi

Akdamar Adasında..

 Akdamar Tiyatro Festivali'nde görevli olduğum kısa Van gezimde o kadar iş arasında ne yapıp edip Akdamar Adası'na gittim. Uzaktan bakıtığımda adaya, neredeyse vazgeçecektim tekneye binmekten. Küçücük, kayalık ve hiçbir özelliği olmayan bir yer gibi görünüyordu. Adaya ayak basar basmaz bambaşka bir atmosferdeydim oysa.


   Akdamar Kilisesi'inden çıkar çıkmaz bu manzaralarla karşılaşıyorsunuz. O kadar huzurlu bir yer ki.. Ermenilerin neden bu adaya bir ibadet merkezi yaptıklarını anladım kesinlikle; bu ada insanın ayağını keser yeryüzünden!
Tam da adanın her tarafını kaplayan badem ağaçları çiçek açıyormuş bu zamanlarda. Daha iyi bir zamanda gidemezdik..




Hayalet Şehir Van..

  Bu hafta işim dolayısıyla Van'daydım. Yıkık dökük, terk edilmiş ve toz içindeydi şehir. İşte kısa Van seyahatimin bana düşündürdükleri;
       Biz insanlar medeniyetimizi tanecikleri birleştirip bir bütün oluşturma üzerine kurmuşuz. Varlığın özü aslında toz. Ama toz kendi gerçekliğini yaşıyorsa, yani dağınık ve uçucu bir haldeyse işimize yaramıyor. Onu birleştirmeli, o birleşen parçalardan işimize yarayan bütünler oluşturmalıyız. Evler, yollar giysiler.. Ama doğa bize direniyor. Çözünmek ve özüne dönmek istiyor.  Ufalıyor sürekli bütünü.  Akarsular toprağı, rüzgar, yağmur dağları tepeleri inatla ufalıyor.   O bize direndikçe biz de ona direniyoruz.  Yeniden yeniden birleştiriyoruz tozu.   Bazen öfkeleniyor ve birden yıkıveriyor bütün  birleştirdiklerimizi. Elbette o bizden daha güçlü..
Güneş batarken çektiğim bu fotoğraftaki puslu dağınık ışık güneşin artık  kaybolmak üzere olan  zayıf ışığının oluşturduğu dramatik etki değil. Bu Van'dayken her an hissettiğimiz ve boğazımıza, ciğerlerimize yapışan, varlığın müdahalesiz ve yalın hali; TOZ. 

26 Nisan 2012 Perşembe

Küçük Yaka Bebekleri


Küçük arı bebek bu. İnsanın yakasına, çantasına, saçına konar arı gibi. 


Mahçup kar perisi bu bebeğimin adı. Geçen kış kardan burnumuzu dışarıya çıkaramadığımız günlerden birinde yapmıştım onu. İlk kar yağdığında duyduğumuz sevinç kalmamıştı artık haftalarca kaldırımlardan kalkmadığında. Mahçupluğu ondan biraz.  Karın kendine has güçlü bir sessizliği var ya, yutuveriyor şehrin tüm seslerini birkaç saat inatla yağarsa. Suskunluğu da ondan. Korkutuyor bizi. Rutin koşturmalarımızdan, işe gitmekten, eve gelmekten alıkoyacak bizi diye ödümüz kopuyor. Eski insanların doğa olaylarına bu denli ben merkezci ve bencil bir tedirginlikle baktıklarını hiç sanmıyorum. Modern insanın uydurduğu yapay korkular bunlar. "Ne olur sanki hayata, akıp giden herşeye birkaç gün ara verseniz, ne kaybedersiniz" diyor mahçup kar perim. 



Düğmeli anahtarlı bebek hem de mutlu...

24 Nisan 2012 Salı

Eteğiağaçkökündenkız


Bu bebeğimin vücudu gibi yüzü de bezden. Ama ben bebeklerimin yüzlerini diğerlerinde yaptığım gibi papya maşa tekniğiyle yapmaya devam edeceğim. "Papya maşa" fransızca kökenli bir kelime. Kağıt döküm gibi çevrilebilir sanırım dilimize. Şöyle ki; 
Önce plastirin macunla küçük bir büst çalışıyorum. Modelaj kalemleri yardımıyla (eğer büst çok küçükse kürdan bile kullanıyorum) bebeğin yüzünü oluşturuyorum. Tamamen bitirdiğimde ikiye bölüp alçı kalıbını alıyorum. Alçıdan macunu çıkarıp, kalıbın içine papya maşa tekniğiyle kağıt döküyorum. Kuruyunca çıkarıp birleştiriyorum ve boyuyorum. Böylece bebeğimin kafası oluşuyor. Vücudunu da bez ve elyafla hazırlayıp kostümünü dikiyorum. En son saçını da ekleyerek bebeğimi tamamlıyorum. Bu teknikle elim çok özgür oluyor, bebeğimin yüzüne istediğim ifadeyi istediğim şekilde verebiliyorum. Tabi tüm bu tekniği , bu teknik yardımıyla yapmadığım bir bebeğimin altında anlatmam komik oldu. Yazdığım gibi bu bebeğimin yüzü de saçındaki kuş da bezden..



Kafasına kağıt gözlü kuş konan bu bebeğimin elbisesi alttan alta yeşeren, ne zaman nereden toprağın üzerine patlayacağı belli olmayan ağaç kökleriyle bezeli. Bebeğin  kostümü, zenginliğini hiç bilemediğimiz ancak o görmemizi isterse görebildiğimiz toprakın altıysa, saçındaki kuş da toprakın üzerindeki gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu hayat. Şimdi söyleyin, hangisi daha canlı, hangisi daha güzel, sizin için daha yeğ?


20 Nisan 2012 Cuma

Saçıkırpıkkazaktankız


Bu bebeğimin saçını kırpılmış eski bir kazaktan yaptım. Yine kuru ağaç dalı falan tutturacaktım eline, annem müdahale etti bu kez; "Bu bebeğin de elinde şöyle renkli neşeli bir şey tutsun" dedi.




Ah anne, ellerine renkli renkli çiçekler tuttursam da, değişmiyorki bebeklerimin yüzündeki kavruk hüzünlü ifade.


19 Nisan 2012 Perşembe


Cümle kurmak çok zor bu bebeğimle ilgili. Kucağında yavru geyik, yüzünde, boynunda ensesinde bölük pörçük sözcükler olsun istedim.Küçücük bir sözlük ve birbirinden güzel fikirler verdi sevdiğim arkadaşım Özge.Yüzündeki kesik kelimeler o sözlükten. Giysisinin rengi, saçı başı, bir cinsiyeti olmasın. Bir de ağzının suskunluğundan gözleri kocaman olsun..





18 Nisan 2012 Çarşamba

Eskizamanbebeği..


Dönem kostümleri tasarlamak ve dikmek çok zevkli. Günümüz giysileri ruhsuz ve kişiliksiz sanki biraz. 


Schiele'nin resimlerini, boyama tarzını o kadar inceledim ve o kadar seviyorumki (burada bahsetmeyi düşünüyorum sonra ondan uzun uzun), yaptığım bebeklerin yüzlerinde ve renklerinde onun resim anlayışından izler görüyorum. Bu durumdan mutluyum çok..

17 Nisan 2012 Salı

Çalıçırpıtoplayankız


Bebeklerimin ellerine kuru bir dal parçası tutturmayı seviyorum. Ağaç dalı tamamlıyor sanki giysilerini, saçlarını, ifadelerini ve duruşlarını. Bütün bebeklerim yolu bir şekilde ormandan geçmiş kadınlar. Ya geçip gitmişler ormana, dallara yapraklara bulaşarak, ya da zaten orada yaşıyorlar.


Evet, hüzünlü ve esrik bebeklerim biraz..

16 Nisan 2012 Pazartesi


Dostoyevski karakteri olduğunu yapar yapmaz anladığım bu bebeğim kesinlikle mürebbiye. Hüzünlü, karakterli, gururlu ve giden, hep gitmek zorunda kalan, elinde azıcık eşyasını koyduğu bavulu ve kucağında sıkıca tuttuğu çok değerli kitaplarıyla birçok kadın kahraman hatırlıyorum romanlardan ve filmlerden. Ama şunu söylemeliyim, bu bebeği yaptığımda Jane Eyre'yi izlememiştim henüz.








15 Nisan 2012 Pazar

Bezden Ormankız..




Bu bebeğimi yoğun bir şekilde Ursula Le Quin okuduğum zamanlarda yaptım. Bence Ursula,  çok eski zamanlarda, biz henüz dile bu kadar yoğun ve kısır bir şekilde bağlanmamışken dünyayla ve doğayla şimdi unuttuğumuz bir dilde konuşabildiğimizi biliyor. Belki sezgilerimizle, belki elimizle tenimizle... Evet biz unuttuk, ama o hala hatırlıyor ve bize de anlatıyor her kitabında hatırlamamız için...

Ben mükemmel simetriyi sevmiyorum portre çalışırken ve resim yaparken. Bebeklerimin yüzlerindeki simetriyi özellikle bozuyorum. Bu bebeğimin tek gözünü düşürdüm mesela diğer gözünden bayağı aşağıya. Bilerek ve isteyerek, arkadaşım Özge'nin tavsiyesine uyarak.. Hiç bir insanın yüzü mükemmel değil ki... Çarpıklıklarımız bizi kendimize özgü yapıyor.




5 Nisan 2012 Perşembe

BEZDEN BEBEKLER


Bu ilk yaptığım bebeklerden. Yüzü ve vücudu tamamen bezden, garip saçı artık keçeden ve yüzündeki şaşkın gurur da yakaladığı balıktan..


2 Nisan 2012 Pazartesi

Metalden Mağrur..

Bu heykeli metal hurdalarla yaptım. Hurdaları birleştirirken her bir parçaya çok az müdahele ettim. Şekilleriyle çok oynamadım. Çünkü bütünü oluşturan her bir parça kendi küçük, bağımsız ereğiyle ışıldar heykelde..

VENUS

Büyük blok halindeki strafora bıçakla modelaj yaparak onu "Venüs" haline getirdim. Eski patron kalıp kağıtlarıyla kapladım.