
Cunda Adası Kapısı..
“Yasanın kapısında bir kapıcı vardır. Kırlardan bir adam gelerek Yasaya kabul edilmesi için
yalvardı. Ama Kapıcı o an izin veremeyeceğini bildirdi. Adam düşündü ve sonra izin alıp alamayacağını sordu. Kapıcı, ‘olabilir, ama şimdi değil’ dedi. Kapı her zaman olduğu gibi açık olduğu için adam eğildi ve içeriye bakmaya çalıştı. Kapıcı gülerek ‘seni çekiyorsa izin vermememe rağmen içeri girmeye çalış. Ama ben çok güçlüyüm ve kapıcıların en önemsiziyim. Her oda girişinde bir kapı vardır ve bir öncekinden çok daha güçlüdür. Üçüncü kapıcı o kadar korkunçtur ki yüzüne bile bakamam’ der. Kapıcı ona bir tabure verir ve oturtur. Adam orada günlerce ve yıllarca oturur ve bekler. Bu yolculuk için gelen adam her şeyini kapıcıya rüşvet vermek için kullanır. Ama kapıcı izin vermez. Kapıcı verilenleri yine de alır ve adama ‘bunları bir şey atlamadığını düşünmen için alıyorum’ der… Adam yaşlanır ve kapıcının kürkünün arkasındaki pirelere bile rüşvet verir. Zamanla görüşü azalır. Ama artık kapının ardında karanlıktan sızan bir ışığı da fark edebiliyordur. Artık çok uzun ömrü kalmamıştır. Artık ölmek üzereydi ve kapıcıya sormadığı bir soru kalmıştı eğilerek sordu: ‘Herkes Yasaya ulaşmaya çalışıyor ama bu uzun yıllar boyunca neden sadece ben yalvardım’. Kapıcı adamın sona yaklaştığını anladı ve adamın duymasını sağlayacak şekilde bağırarak: ‘ Buraya başka birisi kabul edilemez, çünkü bu senin kapın. Şimdi onu kapatıyorum’ dedi“.
F. Kafka

Cunda Adası Kapısı..
Kafka'nın hikayelerinden "Yasanın Önünde" yi okuduğumda hissettiğim etki, bu küçük hikayenin Orson Welles'in "Dava" filmindeki resimli canlandırmasını izlediğimde daha da çoğaldı...

Kıbrıs Kapısı..
Steven Soderbergh'in birazdan anlatacağım sahnesini izlediğimde ise "kapı" artık benim de meselem olmuştu...

Cunda Adası Kapısı
K. sonunda şatonun kapısına gelebilmiştir. K. bu kapıya gelene kadar sıkışık, labirentimsi, basık mekanlardan ve bir türlü tam olarak anlayamadığı dolaşık bürokratik ilişkiler ve durumlar nedeniyle ne kadar soluk soluğaysa, aslında gündelik hayatımızda yasalarla ve insanlarla çok da farklı durumlar içinde olmayan biz seyirciler de soluk soluğayızdır...

Cunda Adası Kapısı..
K. kapının önünde durur. K.'nın sırtı, kapının da yüzü bize dönüktür. Kapıyı K.'nın omuzundan dar bir açıyla görürüz. K. kapıyı çalar. Kapıyı görebildiğimiz sınırlı açıyla, fark bile etmeden adamın önünde durduğu kapıyı normal kapı boyutlarında algılayan ve normal bir kapı çalındığında nasıl bir ses duyulursa öyle bir ses bekleyen biz seyirciler ilk algı şokunu yaşarız; devasa bir "knock, knock" sesi...

Cunda Adası Kapısı..
Kamera o ürkünç sesi duymamızla K.'ın omuzundan yavaşça uzaklaşmaya başlar. K. kadrajda küçüldükçe kapı büyümeye başlar. Büyür, büyür kapı, küçülür küçülür K.
O kadar büyükmüş ki kapı, K. önünde küçücükmüş meğer; nedenini bilmediği halde suçlandığı davanın ve o istemese ve farkında olmasa da dahil olduğu yasanın karşısında olduğu kadar küçük..
Biz izleyiciler de en az o kapı kadar büyümüş gözlerle ve aklımızda uçuşan binbir çağrışım, özdeşim ve fikirle bitiririz bu sahneyi.
Sonra sonra işte böyle birikir kapı fotoğrafları..

Ankara Kalesi Anahtarları..
Evet diğer kitabın başındaki küçük öyküde adam hiç giremedi kendi kapısından, evet bu kitabın sonunda K. infaz edildi suçlandığı dava sonucunda, bilmesek de, seçmesek de içindeyiz yasanın evet. Ama anahtar diye birşey de var.. Belki umut da..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder